korucuk köyü/ BOLU
  Kültür
 
Pompei'ye ne oldu ?

“Nice memleketler var ki biz onları helâk ettik. Azabımız onlara geceleyin yahut gündüz istirahat ederlerken geldi. Azabımız onlara geldiğinde çağırışları, "Biz gerçekten zalim kişilermişiz" demelerinden başka bir şey olmadı.”Kamer Suresi 4-5. Ayetler

        17 Yüzyılda kazılar altından çıkarılan Pompei şehri, Günümüzde de gidip görülebilen, ibretle seyredilebilen bir mekân. Özellikle bir mahallesi o derece ahlaksızlıklar sergilemektedir ki, İtalyan hükümeti buranın iki tarafına da; “ Bu sokağa genç kızların ve talebelerin girmesi yasaktır,” levhasını asarak gençleri buraya ziyaretini bile yasaklamıştır. Ahlaksızlığın had seviyede olduğu, tasavvur bile edilemeyecek şekilde bulunan taşlaşmış insanların heykellerini, bir depoya saklattırmış ve bu bölgeye ziyareti yasaklatmıştır. Gelin bu şehrin tarihi seyrini ve başına gelenleri ibretle okuyalım.

“Nice memleketler var ki biz onları helâk ettik. Azabımız onlara geceleyin yahut gündüz istirahat ederlerken geldi. Azabımız onlara geldiğinde çağırışları, "Biz gerçekten zalim kişilermişiz" demelerinden başka bir şey olmadı.”Kamer Suresi 4-5 Ayetler

     17 Yüzyılda kazılar altından çıkarılan Pompei şehri, Günümüzde de gidip görülebilen, ibretle seyredilebilen bir mekân. Özellikle bir mahallesi o derece ahlaksızlıklar sergilemektedir ki, İtalyan hükümeti buranın iki tarafına da; “ Bu sokağa genç kızların ve talebelerin girmesi yasaktır,” levhasını asarak gençleri buraya ziyaretini bile yasaklamıştır. Ahlaksızlığın had seviyede olduğu, tasavvur bile edilemeyecek şekilde bulunan taşlaşmış insanların heykellerini, bir depoya saklattırmış ve bu bölgeye ziyareti yasaklatmıştır. Gelin bu şehrin tarihi seyrini ve başına gelenleri ibretle okuyalım.

M.S.79’DA POMPEİ ŞEHRİNİ TANIYALIM

 

     Pompei İtalya’nın güneyinde, Napoliye 25 km mesafede bulunan antik bir şehirdir. Pompei M.Ö 6 yüzyılda Osk’lar tarafında kurulmuştur. M.Ö. 89 yılında ise Romalılar tarafından işgal edilerek koloni haline getirilmiştir. M.S.1 yüzyılda ise Romalılar bu şehri eğlence merkezi haline getirmişlerdir.
     Pompei, hem ticaret hem de Romalıların deniz kenarındaki sayfiye yerleşimlerinden biridir. Akdeniz yoluyla gelen gemiler, Napoli Körfezinde, bu kentin limanlarına demir atar. 20 bin civarında tahmin edilen ki, o dönem için oldukça kalabalık bir şehirdir-, nüfusun %40’ını köleler teşkil eder. Onlara her yerde ihtiyaç vardır. Gemilerden yüklerin boşaltılması ve yeni mallarla doldurulması, gelenlerin başkent Roma’ya doğru yola koyulması ve diğer ağır işler, bu en az yerli halk kadar eğitimli köleler tarafından yapılır. Bellerine ağır madeni kemerler geçirilmiş, kaçmalarını önlemek için, zincirlere vurulmuş olarak bulunan köleler, tıpkı boynundan tasmayla bağlı olduğu için, hiçbir yere kaçamamış bir köpeğin, acı ve çaresizlikle kıvrılıp kalmış bedeniyle birlikte, kentin içinde yan yana sergilenmektedir.

     Şehre gelen denizci ve tüccarları eğlendirmek için Pompei her türlü imkânı sunmaktan kaçınmaz. 12 bin kişiye, gladyatör ve akrobat gösterileri sunan amfiteatrda günümüzde de konserler düzenlenmektedir. Pantomim ve opera sanatçılarıyla izleyenleri eğlendiren, 5000 kişilik at nalı şeklindeki büyük tiyatro. Konserlerin ve diğer küçük gösterilerin düzenlendiği, 1000 kişilik odeon, ortasında olimpik bir havuzun da yer aldığı, sık sık spor müsabakalarının düzenlendiği, devasa bir gimnasium alanı gibi. Sanatsal ve spor etkinliklerin yanında Pompei, gelenlerin banyo gereksinimlerini de düşünür. Şehirdeki büyük hamamlar; Stabian Hamamı, sıcak, serin ve soğuk bölmeli salonlardan oluşan çift duvarlarıyla, ısıyı içeri toplayan tonozlu çatısı, ısı ve buhar sirkülâsyonunu sağlayan, boşluklu döşemesi ve aydınlatma sistemleri ile bugünkü teknolojiyi aratmayacak niteliktedir.
     Bitişik iki kemer kapı, biri yayalar, diğeri; daha büyük ve geniş olanı, arabalılar için düşünülmüş. Alabildiğince uzanan yollar bazalt taş bloklarla kaplı, aralarına gece aydınlık olması için beyaz taşlar döşenmiş. Sokakların ortası yüksek, enine ve boyuna verilen eğimler, her iki yandaki oluklarda toplanan yağmur suları yollardan hızla akıp gider ve hiçbir yerde gölleşme olmaz. Sokakların her iki yakasında yayalar için yüksek kaldırımlar unutulmamış ve çeşmelerden, belki de denizden taşan sular nedeniyle bir kaldırımdan diğerine ıslanmadan geçmek için yollara, sık sık özel basamak taşları dizilmiş. Tabi aralarından araba tekerleri geçecek kadar boşluk bırakılarak. 
     Stabian Hamamı’nın duvarlarında görülebilir netlikte Herkül  -Herakles-  terracotaları,  geniş küvetleri (ki, küvetlerin alttan ısıtıldığı belirtiliyor), çatıda açılan pencerelerle güneş ışıklarının belirli bir açıyla üzerine düşürüldüğü şok havuzu ile bugünkü spa’yı anımsatıyor. Evler genellikle tek katlı ama birkaç sokakta, iki taraflı sıralanmış ve yeni restore edilmiş, iki katlı, çıkma balkonlu bir dizi ev de görülebiliyor. Giriş katları, dükkân olarak kullanılmış, önlerinde kepenkler için sürgü izleri var. Kızgın lavlar, kumaş ve ahşap türü malzemeleri yakmış; bu nedenle, tarihe ışık tutacak papirüs ve deri gibi, yazılı hiçbir belgeye ne yazık ki ulaşılamamış.

Sokak aralarındaki meyhaneler, fast food türü açık yerler, tezgâhların üzerinde mevsimine göre soğuk ve sıcak tutulmasını sağlayan, taş oyuklardan oluşan sabit kaplar, buğday öğütmeye yarayan taş değirmenler, hemen yanı başındaki taş fırınlar, içinde karbona dönüşmüş ekmekleriyle daha dün terkedilmiş gibi. Şu an bile şehrin soluğunu tüm canlılığıyla ensende hissedebilirsin. 
     Şehirde farklı yapıda üç büyük ev var. Bunlar Faun, Vettii ve Gizem Evi. Üçü de Pompei’nin zengin aristokrat ve tüccarlarına ait. En güzel freskler, mozaikler, heykeller ve gümüş ev eşyaları bu evlerde bulunmuş. Faun Evi’nin salonunda yer alan Büyük Iskender’in, Pers Kralıyla yaptığı Issos savaşını betimleyen ünlü dev mozaik, aynı evde bulunan Nil’de yaşam ve diğer değerli mozaiklerle birlikte orijinal; her şey Napoli Müzesinde sergileniyor. Ev, ismini bahçesindeki sığ bir havuzun ortasında dans eden mitolojik kahraman, boynuzlu doğa tanrısı Faun’un -Yunanlılarda Pan yâda Satyr- bronz heykelciğinden alıyor. Vetti’lerin Evi, Faun’larınki ile aynı sokak üzerinde. Girişteki zeminler, geometrik desenli siyah beyaz mozaiklerle kaplanmış. Üstü kapalı avlunun -atrium- ortasındaki havuza, tavanda açılmış eğimli bir açıklıktan, yağmur suları toplanıyor. -Her evde, yağmur sularının depo edildiği böyle bir sistem var.- Kuş banyolukları, heykeller ve çeşmelerle bezeli bahçenin, sulama problemi de böylece çözülmüş oluyor. Odalardaki duvarlarda çepeçevre, Pompei kırmızısı diye tanımlanan koyu kırmızı ile siyah ve sarı renklerden oluşan freskler ve mutfağındaki bronz kap kacak, daha dün bırakılmış gibi. Villaların birinin girişinde, “Köpek var girmeyin!” mesajı veren, tasmalı köpek mozaiği. Evlerin dış duvarlarına kazınmış, muhtemelen politik mesajlar içeren grafiti izleri ise bugün halen görülebiliyor.
     Kentte bulunan tüm değerli eşyaların orijinalleri, fresk ve mozaikler dâhil, Napoli müzesinde muhafaza ediliyor. Napoli Arkeoloji Müzesi, gerek Pompei gerekse aynı akıbete uğramış, Herculaneum kentlerindeki kazılarda bulunan bronz, gümüş, altın gibi değerli madenlerden yapılmış heykel ve diğer eşyalarla, dünyanın en zengin müzesi unvanını almış. Sokak aralarında renkli mozaik taşlarla kaplı çeşmelerden sular aktı akacak gibi duruyor. Merkür’ün kızgın bakışlı kabartma büstleri, suyu bereketli kılması için çeşme başlarındaki yerlerini almış. Şehre akedüklerle taşınan su, küçük bir depoda kurulan basit bir düzenekle üç yöne ayrılmış. Bir hat, künk denilen taş borularla hamam ve banyolara, bir hat zengin evlerine, diğer hat ise sokak çeşmelerine ulaşıyor.
Vezüv’ün görkemli gölgesi altındaki forum ya da agora meydanı, şehrin merkezinde politik, ekonomik, dini ve sosyal olaylarının görüşüldüğü, serbest kürsülerde, insanların özgürce düşüncelerini dile getirdiği, oldukça geniş dikdörtgen bir alanı kaplıyor. Forum’un sütunları, Bazilika’da olduğu gibi tuğladan örülmüş, sıva ve boya ile mermer görünümü verilmiş. Yerler, açık renk travertenle kaplı. Forum’un bitişiğinde yargı ve iş konularının görüşüldüğü Bazilika var, karşısında şehrin Macellum’u, yani Pompei’nin pazaryeri ve çevresinde yapılmış onlarca tapınak bulunuyor.
     Romalılar Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra bile, bir süre eski alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçmediler. Pompei’de Hıristiyan grupların da mevcut olduğu söylense bile pagan sembolleri ve tanrılarına ait tapınaklar şehrin dört bir yanına egemen görünüyor. —Kentte kilise yok.- Yunan olimpus tanrılarına adanmış tapınaklardan, 62 yılı depremiyle yıkılan güneş tanrısı Apollo’ya ait tapınağın sütunlarının bir kısmı, halen yerli yerinde, Apollo heykelinin orijinali Napoli’deki müzede; röprodüksiyonu ise tapınakta. Mermer bir sütunun üzerinde halen çalışır vaziyette bir güneş saati yer alıyor. Mutlak gücü temsil eden Jüpiter ile güzellikle, aşkı simgeleyen Venüs’e ait tapınakların yanında,  kendisi gibi Roma imparatoru olan Titus’un babası Vespasian’a ait bir diğer tapınak da, Forum’un çevresinde yer alıyor.


VEZÜV KAYNIYOR

 

     Vezüv yanardağı Ağustos ayında büyük bir gürültüyle patladı. Havadan, taşlar, kaya parçaları ve kızgın lavlar yağmaya başladı. Pompei halkı ne yapacağını şaşırdı. Panik esnasında hiç kimsenin aklına ihtiyarları, sakatları, hastaları kurtarmak gelmiyor, herkes sadece kendini düşünüyordu. Yer yer kalınlığı üç dört metreye varan küller, kükürtlü buharlar insanı hareket edemez hale getiriyordu. Şarap pazarında toplanan insanlar gerçekleşen çöküntü sonucu ağırlıkların altında kalıp öldüler. İki gün süren korkunç patlamalar sonunda şehir, kalınlığı yer yer sekiz metreyi bulan lavların altında kaldı.
     Etnograf Prof. Carlo Giardano, yetmiş dokuz yılının 24 Ağustos günü saat on üçte Pompei’de olup bitenleri bakın nasıl anlatıyor: ‘O gün öğle vakti volkanın ağzından ani olarak yükselen bir kül bulutu birkaç saat içerisinde bütün Pompei’yi kaplayıvermişti. Böylece şehir çok uzun bir sessizlik uykusuna girdi. Şehrin uykusu, taşları, eşyaları ve sanat eserlerini yeniden hayata kavuşturan kazılara kadar yüzyıllar boyu sürdü. Burada yaşayan binlerce insanın tehlikenin bu kadar yakınında oldukları halde gafil avlanmış olmaları o tarihlerde Vezüv’ün bambaşka bir manzara altında olmasından ileri gelmiştir.
     Yamaçları meşhur politikacıların villalarıyla süslü olan Vezüv, bağlar, bahçelerle çevrili ağaçlık bir yerdi. Napoli körfezine, Capri adasına baktığı için devamlı deniz kokulu esintiler altındaydı. Tepesindeki kalkerleşmiş taşlardan başka eski zamanların dramlarını hatırlatan herhangi bir hali yoktu. Oysa daha önceleri Vezüv’de yine bir püskürme olmuştu. Fakat o tarihlerde yeryüzünde hiçbir insan yaşamıyordu. Bu püskürmeyi çok sonra Yunan coğrafyacısı Strabon, kraterleri incelemek suretiyle keşfetmişti. Ancak bundan bahsetmemeyi uygun bulmuştu. Hoş söyleseydi de ona kimse inanmazdı. Çünkü insanların gözü para ve zevkten başka bir şey görmüyordu. Zelzeleler de o kadar sık oluyordu ki artık Pompei halkı bunlara alışmış önemsememeye başlamıştı.

VE YOKOLUŞ

 “Biz onlardan önce nice insan nesillerini helâk ettik. Sen, onlardan herhangi bir kimseyi görüyor veya onların cılız bir sesini olsun işitiyor musun?”

(Meryem Suresi, 98.Ayet)

“(Onlara) yalnızca bir tek çığlık (yetti); Anında sönüverdiler.”

(Yâsîn Suresi, 29.Ayet)

M.S. 79’da Vezüv yanardağından dumanlar yükselmeye başladı. Bir patlama olacağını anlayan halk limana doğru kaçmaya çabaladı. Gemilere binebilenler bir daha dönmemek üzere kentten uzaklaşmaya başladılar. Sarsıntılar başlayınca yirmi dakika kadar süren büyük bir şaşkınlık yaşandı. Halk paniğe kapıldı ve bir hareketle 600 metre uzakta olan Sarno nehrinin ağzındaki limana doğru atıldılar. Belki burada daha öncekiler gibi denize açılmak mümkün olabilecekti. Ne yazık ki bu düşünceye sahip olanların yollarını bir deniz kabarması kesti. Dev dalgalar bindikleri gemileri birer çöp gibi yukarıya kaldırıyor ve şehrin surlarının içindeki kızgın lav denizinin içine doğru fırlatıyordu.
     Zaten bu arada gökten iri kum taneleri büyüklüğünde çok kızgın küçük taşlar yağmaya başlamıştı. Hemen ardından da gaz yüklü kocaman siyah taşlar düşmeye koyuldu. Bu sonuncular yere değer değmez patlıyor ve ilk kayıpların verilmesine sebep oluyordu. Gökyüzü kararmış olduğundan şehirde görüş mesafesi sıfıra düşmüştü. Şehrin insanları rasgele sağa sola koşup duruyorlardı. İçlerinde farkında olmadan Vezüv’e doğru koşanlar bile vardı. Kurtuluşu evlerinde görenler volkandan çıkan müthiş sıcaklık yüzünden havadaki oksijenin kısmen gaz karbonik hale dönüşmesi neticesinde boğuluyorlardı yahut da evlerinin volkandan fışkıran taşlarla diğer maddelerin ağırlığına dayanamayıp çökmesi neticesinde yok oluyorlardı.Yarılmış olan yerden çıkan ağır ve zehirli gazlar bu yarıklara düşmek ya da eğilmek şansızlığına uğrayanları ebedi uykularına yolluyordu. Sonra ardı ardına Pompei’nin üzerine kızgın küller yağmaya başladı. Ve ilk ölenlerin üstünü yorgan gibi örttü.      
   

      Birkaç saat içinde güzel ve canlı Pompei büyük bir mezarlığa döndü. Binlerce insan bir anda yok oldu. Yaklaşık iki bin yıl o görkemli villalar, heykeller, duvar resimleri, mozaikler tapınaklar ve pazarlar dokunulmadan gömülü olarak kaldı. Arkeologlar kenti keşfettiklerinde son gün, pişmiş ekmeği bile fırında buldular. Pompei’nin üzerine düşen kızgın küller üç gün siyah bir kar gibi yağmaya devam etti. O andan itibaren de Pompei iyice sessizliğe gömüldü. 25 Ağustos sabahı iki kentin üstü tümüyle lavlarla kaplandı.

Canlı adına ne varsa, hepsini birlikte gömüverdi. Evlerinde, tavernalarda, tapınaklarda, pazaryerinde kaldı cesetleri. Kimini de kaçarken yolda yakalayıp oracıkta kalıba soktu lavlar. 20 bin kişiden iki bini canlı lavlara gömüldü.
İnsanoğlunun bilinci nankördür. Olanlar yazıya geçip kutsal kitaplar gibi tekrar tekrar okunmazsa, unutuluyor. Bir süre sonra Herculaneum ile Pompei de unutuldu. Hele Herculaneum’un - daha sonrakiler de dâhil - tam 8 kez üstünden lavlar akmış, 18 metre derinlerde kalarak taşlaşmıştı.
       Ta ki 1594 senesine kadar. Tarihi kayıtlarda ise ismi geçen ve yeri belli olmayan bir antik şehir olarak kaldı. Bu yıllarda Mimar Fontana’nın yaptığı sulama kanalı inşaatları sırasında işçiler bazı kalıntılara rastlamışlar ve Mimar Fotana büyük bir merak ve hevesle kazı çalışmasına başlamıştır. Ama çalışmalarına, daha sonra aniden son veren Fontana, bulup ortaya çıkardıklarını tekrar gömer ve kazdığı yerlerin üstünü örterek bir nevi arkeolojik sansür uygular.  Fontana’nın bu şekilde davranmasına neden, 16. yy’ın sıkı ahlak kurallarına ters düşen, kaldı ki günümüzde bile pornografik sayılabilecek nitelikte erotik freskler ve objelerdir. Ancak 1748 yılında ciddi bir şekilde kazılar başlatılır. Pompei’ye Dünyanın pek çok yerinden bilim adamları akın ederek, bugünkü görüntüsüne kavuşturmuşlardır. 
            

 Aynı insanların aynı benzeri heykelleri yapıldı. Ayrıca heykellerle dolu bir villa ve 1800 yazı rulosu olan bir kitaplık ortaya çıkarıldı.
       Bugünkü film çekim ve gösterim cihazlarının doğup gelişmesinde katkısı bulunan ve Lantèrne Magique (Büyülü Fener) adı verilen cihazın kökenleri Firavunlar döneminin Mısır’ına kadar dayanmaktaydı. Hatta Vezüv yanardağının külleri altında kalan Pompei ve Herculaneum’da bu cihazın kalıntıları bulunmuştur. Yakın sayılabilecek bir tarihte yaşanan ve yapılan kazılarla yok olduğu anı kare kare anlatan Pompeii olayı, basit bir yanardağ püskürmesi değildir. Felâketin sebebi olan Vezüv yanardağı, İtalya’nın, özellikle de Napoli kentinin sembolüdür.
      Yaklaşık ikibin yıldan beri suskun olan Vezüv, ‘İbret Dağı’ diye adlandırılır. Vezüv’ün bu şekilde tanımlanması boşuna değildir. Ünlü Sodom ve Gomorra kentlerinin başına gelen felâket ile Pompeii faciası birbirine çok benzemektedir. Vezüv’ün batı yamacında Napoli, doğu yamacında ise Pompeii kenti yer alır. Bu batık kent, 2000 yıl öncesindeki Roma medeniyeti hakkında bize önemli bilgiler sunmaktadır.
      Lavlar Pompei ve komşu şehirleri öylesine konserve etmişti ki; Pompei’liler taş olarak çıkarıldıkları vakit ölüm anında ne yapıyorlarsa o halde bulundular. Bugün o insanların günlük yaşayışlarını, yeni kurulmuş bir film seti gibi görebilmekteyiz.

 

 

Kimi başını ellerinin arasına alarak çaresiz bir şekilde lavların karşısına oturmuş,
Kimi şehrin fuhuş yuvalarında,
Kimi de çocuklarıyla çarşıda alışveriş yaparken.
Sırtlarındaki mücevher çuvallarıyla sokak kapısını açmaya çalışırken yığılıveren kadınlar ve erkekler,
Ocaktan indirilmemiş bir domuz yavrusu, 
Fırından çıkarılamamış ekmekler,
Şehir kapısı önünde üstüste yığılmış cesetler,
Bir zengin evinde cenaze şölenine katılan ve yerlerinden kalkmaya bile fırsat bulamayanlar, evler,
İsis tapınağı,
Tiyatro...
Yazıcı dükkânında balmumu tabletler,
Kitaplıktaki papirüs tomarları,
Hamamlarda kaşağılar,
Meyhane tezgâhlarında kadehler ve son müşterilerin bıraktıkları paralar,
Ev ve dükkân kapılarında sahiplerinin isimleri,
Hepsi de yaşadıkları son anları dondurulmuş bir şekilde duruyor. 
Umumi tuvaletlerdeki pislik bulaşıkları bile aynen duruyor.
                 

   

 

Bir duvarın üstünde ise bugün de görülebilecek olan Sodom ve Gomorrah yazısı bulunmaktadır. Tarihçilere göre Pompei de yaşayan yahudi köleler Pompei’nin bu durumunu görüp Sodom ve Gomorrah’ı hatırlamak için bu ibareyi yazmışlardı.
       Herculaneum ve Pompeii kalıntıları bugün Napoli Arkeoloji Müzesinde sergilenmekte olup. Halka gösterilmesine izin verilmeyen birçok ibretlik kalıntılar saklı tutulmaktadır. Yapılan kazılarda helak olan şehirlerin % 60′ı gün yüzüne çıkarılmışken, % 40′lık kısmı toprak altında bulunmaktadır.

Kur'an-ı Kerimde, Semud kavminin helakı anlatılırken de yine "anında yok olma" olayına dikkat çekilir:
Çünkü Biz onların üzerine bir tek çığlık gönderdik. Böylece onlar, ağıldaki çalı-çırpı olan kuru ot gibi oluverdiler. (Kamer Suresi, 31)


NEDEN TAŞLAŞMIŞ İNSANLAR ?

 

     Ölen insanların, taştan birer heykeli anımsatmasının nedeni, arkeolog Fiorelli’nin buluşudur. 1863 yılındaki kazılar sırasında, işçiler, bir boşlukta kemikler görür. Fiorelli, kemiklere zarar vermeden onlara ulaşabilmek için, plaster yöntemini kullanır. Alçı taşını sulandırarak, bu boşluklardan içeri döker. Birkaç gün katılaşması beklendikten sonra, mükemmel sonuçlara ulaşılmış, hava almadığı için yüz ifadelerine kadar iyi korunmuş binlerce insan bedeni, taştan heykeller haline getirilerek bulundukları yerden, o anki pozisyonlarıyla gün ışığına çıkarılmıştır.  Kimilerine göre o gün orada yaşananlar, tıpkı kutsal kitaplarda anlatılan sapkın ve azgın bir kavmin, ilahi bir şekilde yok edilişiydi.

     Vezüv’ün lavlarından kurtulamayan soylular, köleler, çocuğuna sarılmış anneler, yaşlılar, gençler, köpekler, atlar ve canlı her şey son halleriyle, o anki yüz ifadelerine varıncaya kadar meydana çıkarılmıştır. Taşlaşmış insan vücutları, duvar resimleri, mozaikler, mobilyalar ve mutfak eşyaları Napoli’nin ünlü müzesinde şu anda sergilenmektedir. 

GÖRGÜ TANIĞININ ANLATTIKLARI

 

     Pompei’de yaşananların bir de tanığı vardır; Plinius Secendus. Hayatının son gününde Plinius yine her zamanki alışkanlığı ile bol bol güneşlenip Akdeniz’in serin sularına dalmıştı. Sonra dipdiri oturmuştu öğle yemeğine. Odasına geçip çalışmaya başlayacaktı ki, kız kardeşi arkasından yetişti: “Doğudan yükselen kara bir bulut var.” Takvim 24 Ağustos 79′u gösteriyordu.
     Şövalye sınıfından olan Plinius zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, süvari subayı olmuştu. İspanya valiliği yaptı. Vezüv’ün patlamasından daha birkaç hafta önce İmparator Titus tercihen Roma donanmasının komutanlığına onu atamıştı. Amiraldi. Napoli Körfezi’ndeki Misena’da konuşlandırılmıştı donanma. Ne var ki Plinius Secundus 56 yaşında ve fazla kiloluydu. Uzun süreden beri de nefes darlığı çekiyordu. Misena iyi gelmişti ona. Keskin gözlü biri oradan baktığında Romalı zenginlerin oturduğu Herculaneum’daki yazlık villaları ve daha da güneydoğuda kalan Pompei’yi görebiliyordu.
Güneşli bir yaz gününde yerden yükselen alışılmadık bu devasa kara bulut, ilgisini çekti bu bilge kişinin. Daha iyi görebilmek için sandaletleriyle bir tepenin üstüne doğru koştu. Ne gördü dersiniz? Kendi yeğeni, o günün görgü tanığı (17 yaşındaki genç) ünlü Latin yazarı Plinius Caecilius şöyle yazar: “Vezüv Dağı olduğunu sonradan anladık. Bulutlar dev bir ağaç gövdesi gibi yükseliyor, gökyüzünde dallara ayrılıyordu. Feryat eden kadınları, ağlayan çocukları, bağıran erkekleri duyabilirdiniz. Ölümden korkan insanlar bir an önce ölmek için dua ediyor, birçoğu ellerini tanrılara doğru uzatmış, yalvarıyordu…”” Dil bilgisinden savaş sanatına kadar birçok konuda eser vermişti Plinius. Yalnızca “Tabiat Tarihi” adlı yapıtı ulaştı bize. İki bin eserin yoğun bir özetiydi ve 37 kitaptan oluşuyordu.

UYARILARINA ALDIRAN YOKTU

     Vezüv’den sadece 30 km. uzakta buharlaşan mağaralar vardı. Burada volkanik kaynaklar fokurduyor, ölüler ülkesinin tanrısı Hades eski çağlardan beri bu mağaraların kapılarını bekliyordu. Körfeze yakın yerlerde ise bilinmeyen derinliklerden gelen sıcak mineral kaynakları vardı. Ayrıca birtakım resmi tarihçilerin yanı sıra M.Ö. 1. yüzyılda Yunan coğrafyacı Strabon, dağın 2000 metre yüksekliğinde volkanik bir biçim olduğuna işaret etmişti. Ama kimse bu uyarılara ne aldırış etmiş, ne de buna göre bir önlem almıştı.
     Daha başka işaretler de vardı: 5 Şubat 62′de Herculaneum ve Pompei’de ağır bir deprem olmuş, ancak bunun nedenleri üzerinde durulacak yerde, insanlar zarar gören kentleri yeniden kurma girişimini öne almıştı. Fakat yapım çalışmaları yavaş gitmişti. Çılgın imparator Neron’un 64′te Roma’yı yakmasından sonra bütün güç Roma’nın yeniden yapımına harcanmış, buradaki kentler 79 Vezüv patlamasına dek yarım kalmıştı. Romalı ileri gelenler, Vezüv çevresinde oturmakla bir barut fıçısının üstünde yaşadıklarını bilmiyorlardı.
     Bugünün çağdaş yerbilimi bilgilerinden yoksundular. Bölge fay hattının üstündeydi. Afrika ile Avrupa yer levhalarının durmadan birbirine çarptığını nereden bileceklerdi? İki yer levhasının birbirine olan devasa baskısıyla magma yukarı çıkmaya çalışıyor, yerkürenin üst tabakasını eritiyor, bir yandan da içeride gazlar sıkışıyordu. Bu müthiş güç, sonunda 24 Ağustos 79′da patladı. Uzun zamandan beri dağın altında biriken magma ve sıkışan gazlar dağın üstündeki supabı binlerce metre yukarı fırlattı sanki.
İnanılmaz bir patlamayla Vezüv fındıkkabuğu gibi yarıldı. Kara bulutlarla birlikte kızgın taşlar, lavlar, maden köpükleri binlerce metre gökyüzüne savruldu. Misena’da çıktığı tepenin üstünden büyük bir doğal felaketle karşı karşıya olduklarını hemen anladı Plinius Secundus. Yeğenine kendisiyle birlikte oraya gidip gitmeyeceğini sordu. Gerisini yeğeni Plipius Caecilius’in kaleminden okuyalım: “Kendisi bana iş vermişti. Çalışmayı bitirmek istiyorum,” dedim.   

“Plinius Secundus evden ayrılmadan az önce arkadaşının karısı Rectina’dan bir haber geldi. Çok acele biçimde dağın eteğindeki villadan kurtarılmalarını istiyordu. Ancak gemiyle varılabilirdi oraya. Derhal planını değiştirdi amiral. Donanmanın bir bölümünden büyükçe bir kurtarma birliği örgütledi. Doğrudan doğruya lavın yağdığı tehlikeli bölgeye hareket etti.”
       Evde kaldı yeğen Plipius Caecilius. Çalışmasını sürdürdü.
      Akşam yemeğinden sonra uyumayı denedi ama beceremedi. Gece yarısına doğru annesiyle birlikte Misena’yı terk etmeye karar verdi. Başka insanlarla birlikte kıyı boyunca daha kuzeye çekilmeye başladılar. Yer levhaları birbiriyle çarpıştıkça daha şiddetli sesler duyuluyordu. “Patlama ve şimşeklenmeler dağın üstünde daha da arttı. Dumanla karışık alev dalgaları yükseliyordu. Yer sarsıntısı birden deniz suyunu geri çekti. Biraz sonra kara bulutlar yere inmeye başladı, denizin üstünü örttü,” diye yazısına devam ediyor Plipius Caecilius.

YÜKSEK RÜTBELİ KURBAN

Yazar Plipius Caecilius, dayısı kendisinden ayrıldıktan sonraki günün diğer yarısını görgü tanıklarından şöyle aktarıyor: “Donanmaya bağlı kurtarma gemileri kıyıya yaklaştıkça kızgın küllerin dökülüşü daha da sıklaştı. Alevle parçalanmış kızgın karataşlar, ponzataşları dolu gibi yağmaya başladı. Gemiler güçlükle kıyıya yanaştılar; ancak sahil çıkışlarını dağdan yuvarlanan kaya parçaları kapatmıştı. Dümenci geri dönmek zorunda olduklarını bildirdi, fakat dayım ikircim içindeydi. Sonunda karaya çıkmanın olanaksız olduğunu gördü ve Napoli Körfezi’ndeki Stabia’ye gitmek için buyruk verdi…”
“O sırada her yanda panik yaşanıyordu. Amiral Plinius ise soğukkanlı bir biçimde Stabia’dan karaya çıkarak arkadaşı Pomponianus’un evini arıyordu. Buldu sonunda, akşam yemeğine oturdular. Dışarıdaki kıyamet sürüyordu. Adam yattı, sabaha karşı arkadaşı Pomponianus uyandırdı onu. Duvarların sallandığını, tabanın yarıldığını söyledi.
Ne yapmaları gerektiğini konuştular. Evde kalsalar, her an üstlerine yıkılabilirdi. Dışarı gitseler, kızgın lavlar tepelerinden yağabilir, yanabilirlerdi. Kafalarına, göğüslerine yastıklar sararak dışarı çıkmaya karar verdiler sonunda. Dışarıda kıyamet öncesi yaşanıyordu sanki. Sabah olduğu halde ortalık kapkaranlıktı. Dalgalar gemileri top gibi oradan oraya savuruyordu. Şimşekler parçalıyordu gökyüzünü. Vezüv’ün üstünden alev dalgaları yükseliyor, kükürt kokusu havayı soluyamaz hale getiriyordu. Plinius Secundus soluk almakta güçlük çekmeye başladı. Birkaç kez su istedi, sonra aniden yığılıp kaldı.”

************************************************

“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler!” (Rum/30)

ALINTIDIR

 
  Bugün 12 ziyaretçi (15 klik) kişi burdaydı!  
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol